23 Nisan 2015 günü, Washington'daki İsrail Bağımsızlık Günü kutlamasında konuşan ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, ABD’nin 2016’da İsrail'e 2 adet F-35 Joint Strike Fighter (JSF) savaş uçağı teslim edeceğini duyurdu. Her ne kadar hakkındaki maliyet-etkinlik tartışması ve 1 trilyon dolarlık dev bütçesi nedeniyle JSF projesinin sona erdirileceğine yönelik söylentiler olsa da Biden’in bu açıklaması seneye F-35’lerin ilk kez Orta Doğu’da operatif olarak kullanılması ihtimalini gündeme getiriyor. Bu yazının amacı; Orta Doğu semalarında görüleceği 2016 yılı öncesi hava savaşları ve yer-hava muharebeleri konusundaki geleneksel yaklaşımları kökten değiştirme iddiasında olan ve bu yönüyle dünya savaş tarihinde bir “kuvvet çarpanı etkisi” yaratacağına inanılan F-35’lerin bölgenin mevcut güvenlik mimarisine yönelik muhtemel etkilerinin bir analizini sunmak. Bu analiz önemli çünkü Orta Doğu zaten Suriye’deki iç savaş, her türlü çabaya rağmen Irak ve Suriye’de kontrol altına alınamamış ve Afrika ile Afganistan’a doğru yayıldığı görülen İslam Devleti (İD) tehdidi, Yemen’deki çatışmalar, artan mezhepsel ve etnik gerilim ve İsrail-İran arasındaki gerginlik gibi nedenlerle giderek “militarize” bir yer haline geliyor.
Aslında İsrail’in F-35’leri Orta Doğu’da kullanacak ilk ülke olacak olması pek de şaşırtıcı değil. İsrail’in bu ayrıcalığa sahip olmasının nedeni özellikle ABD Başkanı Lyndon Johnson’dan (1963-1969) bu yana ABD’nin titizlikle sürdürdüğü Kalitatif Askeri Üstünlük prensibi. Bu prensibe göre, İsrail’in Orta Doğu’daki konvansiyonel anlamda sayısal dezavantajını gidermek ve askeri caydırıcılığını sürekli koruyabilmek amacıyla askeri teknoloji, liderlik, eğitim ve askeri taktik konusundaki üstünlüğünü sürekli koruması ABD’nin hayati çıkarlarından biri olarak tanımlanıyor.