Katar'ı anlamak, kaygıyı anlamak demektir. Şeyh Hamad Bin Halife El Tani'nin 1995'te babasını tahttan indirip iktidara geçmesiyle başlayan dönemde Katar’ın ilk gündem maddesi, hem içeride hem de uluslararası alanda egemenliğini sağlamlaştırmak oldu. Yeni emir, yıllarca Suudilerin peşinden gitmiş olan ülkede, yeni dönemin herkesçe idrak edilmesini sağlayacak farklı bir dizi politika oluşturdu. Katar'ın en büyük doğal gaz sahasını Suudi Arabistan'la hiç anlaşamayan İran'la paylaşmak zorunda olması işleri iyice çetrefilleştirdi. Katar iki taraf arasında sıkışıp kalmıştı. Varlığını sürdürebilmesi için ülkenin cesur ve radikal taktikler benimsemesi gerekiyordu. Böylelikle Katar, sınırları savunmasız ve kayda değer askeri güçten yoksun birçok şehir devletinin tehlikeye düştüğü anda yaptığını yaptı, yani herkes için vazgeçilmez olacak bir ülke olmaya karar verdi.
Amacına ulaşmak için pek çok proje başlatan Katar, ilk etapta başarılı oldu. Kültür ve eğitim projeleri kapsamında faaliyete geçen vakıflar, müzeler, film festivalleri ve üniversiteler Katar’ı Arap dünyasında aydınlanmanın öncüsü olarak sunmayı hedefledi. Katar’ın Filistin, Sudan ve Lübnan'da parayla desteklediği siyasi uzlaşma girişimleri de geçici müttefik satın alma fonu olarak işlev gördü. Alımların fiyatlandırılması ise tabii bambaşka bir konu. Avrupa'ya yapılan mali yardımlar ve yatırımlar ise Katar'a ekonomik cankurtaran imajı vermeyi amaçladı. Asya Oyunları ve Dünya Kupası gibi spor projelerine ev sahipliği yapması ise Katar'ın, uluslararası camia ve küresel tüketici nezdinde tanınır kılınmasını hedefledi.